Üç Güvercin Hikayesi
Üç Güvercin Hikayesi
Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar ormanın derinliklerinde küçük bir kulübede yaşlı bir nine yaşarmış. Bu nineciğin kimi kimsesi yokmuş. Bütün yaz kulübesinin bahçesinde oturur, ağaçları çiçekleri oradan oraya uçuşan kuşları seyredermiş.
Açık havada olmak çok hoşuna gidermiş. Kış aylarını ise evinde geçirmek biraz canını sıkarmış. Ağaçları çok sevdiği için, kış gelince odasına bir çam ağacı getirirmiş. Ağacın en alt dalına bir güvercin yuvası asar, kırmızı porselenden yapılmış üç güvercini de içine yerleştirirmiş.
İşte o yıl da kış gelince yaşlı nine çam ağacını hazırlamış. En alt dala hayattaki en büyük hazinesi olan güvercin yuvasını asmış ve kuşlarını yerleştirmiş. Gece onları daha iyi görebilmek için de üzerlerine bir mum koymuş.
Ama çok kötü bir şey olmuş! Gece yarısı mum, güvercin yuvasının üzerine düşmüş ve güvercinler sıcaklığın etkisiyle parça parça oluvermişler.
Nine çok üzülmüş. Bütün gece ağlamış. Güvercinlerinin neden kendini bırakıp gittiklerini, güvercinsiz bir çam ağacının artık çok neşesiz olacağını düşünerek hayata küsmüş.
Ertesi akşam titreyen elleriyle ağacın üzerindeki minik mumları yakarken göz yaşlarını tutamıyormuş. Minik mumlardan biri yaşlı ninenin durumuna pek acımış.
Mum yandıkça gözyaşı gibi süzülen damlalardan biri güvercin yuvasının üzerine düşmüş. Soğuyup kalınlaştığında mum damlası aslından ayırt edilemeyen bir güvercin olmuş. İkinci damla da tam yuvanın yanına düşmüş. Soğuduğunda o da bir güvercin şekline girmiş.
Diğer ikisinin yanına düşen üçüncü damla da minik bir güvercin olarak soğumuş. Yaşlı nine bu olup biteni daha sonra fark etmiş. Güvercinlerinin nasıl olup da geri geldiklerini anlamamış. Ama çok sevinmiş…