Nar Tanesi

masal
Nar Tanesi Masalı

Bir varmış, bir yokmuş. Bir padişahın bir kızı varmış; adı da Nar Tanesiymiş. Bu kız o kadar güzelmiş ki, dün­yada bir eşi daha yokmuş, Padişahın karısı, bir Arap’a her gün giderek:

– Ay mı güzel, ben mi güzelim, sen mi güzelsin? diye sorarmış,

Arap:

– Hepsi de güzel, dermiş. Kadın, kapıyı kapatarak çıkar gidermiş. Nar Tanesi,sarayda gezerken, Arap kızı görmüş ve ona âşık olmuş. Ertesi gün, padişahın karısı yine Arap’a sormuş.

Arap bu sefer:

– Efendim, ay da, sen de, ben de güzelim, Ama il­le Nar Tanesi, demiş,

Kadın:

– Eyvahlar olsun, Arap, kızı gördü. Şimdi, ben ne ya­pacağım? diye telaşlanmış.

Bir gün kıza:

– Haydi, seninle gezmeye gidelim, diyerek onu alıp sokağa çıkmış. Gide gide bir kıra varmışlar. Bir ağacın altında otururlarken, kız uyuya kalmış, Kadın, onu orada bırakmış ve saraya dönmüş. Nar Tanesi, uyandığında annesini yanında göremeyince çok korkmuş. Bağırıp, ağlamaya başlamış. Seslenmiş, seslenmiş, aramış, ama bulamamış. Ne yapacağını bilemeyen kız:

– Eyvah! Anam beni burada bırakıp nereye gitti? di­ye ağlayarak dünyayı ayağa kaldırmış. Nar tanesi, o gü­ne kadar hiç saraydan çıkmamış. Bu yüzden, nereye gi­deceğini bilememiş ve ağacın altında oturup, ağlamış. O gün, üç kardeş ava çıkmış, gezinip dururlarken kı­zı bulmuşlar. Nar tanesi, onları görünce çok korkmuş, Ama çocuklar, onun haline acıyıp, kıza çok iyi davran­mışlar ve onu evlerine götürmüşler, Üçkardeş, gündüz ava çıkarlarmış. Nar tanesi, onların yemeklerini yapıp,evlerini temizliyormuş. Günlerini böyle geçirirlerken, bu kızın güzelliği her­kese yayılmış. Nar tanesinin ünü dilden dile dolaşıp, kızın annesi­nin kulağına kadar gitmiş, Kızının hayatta olduğuna çok sinirle­nen kadın, onu kurtların, kuşların yediğini sanıyormuş. Bir cadıya gitmiş.

Cadı, iki tane sihirli iğne yapmış ve kadına:

-Al bunları. Bu iğneleri kızın başına batırır-san ölür, demiş. Kadın, eski püskü elbiseler giymiş ve ta­nınmayacak bir kılığa girmiş, Eline de bir bohça almış ve kızın yaşadığı kulübeye doğru yola çıkmış. Üç kardeş, ava giderlerken kapıyı kilitleyip giderler-miş. Kadın gelip, kızın kapısını çalınca, kız hiç sesini çıkartmamış,

Kadın:

– Kızcağızım, niçin kapıyı açmıyorsun? Ben Anado­lu’dan, oğullarımı görmeye geldim. Oğullarıma, hediye­ler getirdim. Hiç olmazsa onları al.

Kız:

– Kapıyı giderken kilitlediler teyzeciğim!

Kadın:

– Kızım, senin de onlarla kaldığını duydum, Sana da iki tane iğne getirdim. Hiç olmazsa başını, şu anahtar deliğine yaklaştır da, bari iğneleri takayım, demiş, Kızın aklına bir kötülük gelmemiş ve başını deliğe yanaştırmış.

Kadın, iğneleri kızın başına batırınca, kız ölmüş. Ka­dın da oradan kaçmış, Akşam, kardeşler avdan eve dönmüşler. Kapıyı açıp içeri girdiklerinde, kızın kapının önünde yattığını görmüşler. Kı­zın öldüğünü anfayınca, ağla­mışlar. Nar tanesini toprağa gömmeye kıyamamışlar. Altın bir tabut yaptırıp, kızı içine ya­tırmışlar. Tabutu bir dağın tepesindeki iki ağacın arasına as­mışlar.

Bir şehzade, avlanırken ağaç­ların arasında bir tabut görmüş. Merak edip, tabutu in­dirmiş ve kapağını açmış. Dünya güzeli bir kızın yattığını görünce, ona âşık olmuş. Tabutu alarak sarayına götür­müş, Şehzade, tabutu odasına koydurmuş. Saraydan çıktığı zaman da odasının kapısını kilitliyormuş. Akşam odasına döndüğünde, sabaha kadar kızın yüzüne hay­ranlıkla bakıyormuş. Günler böyle geçe dursun, bir sa­vaş çıkmış. Padişah, sefere çıkmaya hazırlanıyormuş.

Vezirleri:

– Sizin yetişmiş oğlunuz varken, size gitmek yakışır mı? Savaşa, şehzadeyi gönderelim, demişler. Uzatmayalım, padişah şehzadeyi çağırıp:

– Sefere sen çıkacaksın, oğlum. Haydi, hazırlan, de­miş. Şehzade, kızdan ayrılacağı için çok üzülmüş. Tabu­tun başına gitmiş ve kapağını açmış. O gece, sabaha kadar kızı seyretmiş ve ağlamış. Sabah, hazırlanmış ve odasını kilitlemiş. Ben yokken, bu kapıyı kimse açmasın diye de, tembih edip, gitmiş.

Şehzadenin bir nişanlısı varmış. Günlerden, bir gün saraya gelmiş ve nişanlısının odasına girmek istemiş. Uğ­raşmış, uğraşmış, ama açamamış. Sonunda, bir anahtar uydurarak kapıyı açmış. İçeri girince altın tabutu gör­müş. Kapağını açınca, kızın ölüsüyle karşılamış:

– Eyvah, şehzadenin sevgilisi varmış da ölmüş; bura­da gece, gündüz yüzüne bakarmış, diye kızın üstünü aramış. Saçlarındaki iğnenin birini görerek çıkarmış. İğne çıkınca, kız bir kuş olmuş ve pııır diye uçup gitmiş. Kız, şaşkınlık içinde tabutu kapayıp odadan çıkmış.

Aradan günler geçmiş ve şehzade seferden dön­müş. Hemen odasına girip, tabutu açmış. Kızı bulama­yınca, odadan fırlamış ve hizmetçilerine:

– Benim odama kim girdi? diye sormuş. Hizmetçiler, şehzadenin öfkesi karşısında tir tir titreyerek:

– Vallahi efendim, biz girmedik! Nişanlınız girmişti. Demişler. Şehzade, kim bilir onu nereye atmıştır, diye ara­mış, ama hiçbir yerde bulamamış. Üzüntüsünü kimseye belli etmiyormuş. Padişah, oğlu seferden geldiği için, ni­şanlısı ile evlendirmeye karar vermiş. Düğün, dernek kurul­muş. Neyse, onlar evlene dursunlar. Kuş, her sabah gelip, bir ağaca konarak bahçıvanı çağırıyormuş:

– Şehzadem ne yapıyor? diye sorarmış,

Bahçıvan da:

– Şehzadem çok iyi, diyormuş.

Kuş:

– Otursun, sağ olsun. Konduğum dallar kurusun, di-yip, uçar gidermiş. Bir gün, beş gün böyle geçmede ol­sun.

Bahçıvan, şehzadeye gidip:

– Her gün, bahçeye bir kuş geliyor. Ağacın dalına konup, beni çağırarak sizi soruyor. Ben de iyi olduğunu­zu söylediğimde, “Sağ olsun, konduğum dallar kurusun.” diyor, çıkıp gidiyor, Bu yüzden, bahçedeki ağaçların hepsi kuruyacak, demiş, Şehzade, buna bir anlam ve­rememiş. Kuşu yakalamak için, ağaçların dallarına tu­zak kurmuşlar Ertesi sabah, kuş gene gelmiş ve dala ko­nunca tuzağa yakalanmış. Şehzade, altın bir kafes yap­tırıp, kuşu içine koymuş. Karısı, bu kuşu tanımış ve ondan nasıl kurtulurum diye düşünmüş, taşınmış. Şehzade yok­ken, kuşun kafesini açıp kuşu dışarı bırakmış.

Şehzade, saraya döndüğünde kuşu göremeyince:

– Kuşum nerede? diye sormuş,

Karısı:

– Kedi kuşu kaptı, yetişemedim, demiş.

Şehzade, her ne kadar çok üzülmüşse de yapabile­ceği bir şey yokmuş. Kuş kafesinden uçtuğu zaman, kanadı kafesin teline takılıp yaralanmış. Bahçeye akan kanlardan güller büyümüş. Yaşlı bir kadın, günün birinde bahçıvandan çiçek istemiş, Bahçı­van, kanlardan biten güllerden koparmış ve kadına ver­miş. Kadın, gülleri evine götürünce bir bardağın içine koymuş. Birkaç gün sonra, bütün çiçekler solmuş, ama gül taptaze duruyormuş. Kadın, hala çok güzel görünen gülü bir kere koklamış. Gül, o anda bir kuş olup odanın içinde uçmaya başlamış,

Bunu gören kadın:

– Aman, bu nasıl şeymiş? İn midir, cin midir? diyerek, korkmuş, Kendini toparlayarak, kuşu yakalamış. Sevip okşarken, kuşun başında elmas gibi bir şey görerek, onu tu­tup çekmiş, Çekmesiyle beraber kuş, güzel bir kız olmuş,

Yaşlı kadın:

– Sen kimsin? diye sormuş.

Nar Tanesi, kadına her şeyi anlatmış, O gün, ikisi otu­rup dertleşmişler. Kadın, NarTanesi’nin anlattıklarını dinlerken çok üzülmüş ve ona yardım edeceğine söz ver­miş. Ertesi sabah, erkenden saraya giden kadın, şehza­deyi bulmuş. Şehzadeye, her şeyi anlatmış, Şehzade, o kadar çok mutlu olmuş ki, Kadına, bir kese altın vererek:

– Aman nine! Sen o kızı sakla. Ben, bu gece senin evine gelirim, demiş. Kadın, sevinerek paraları alıp evi­ne dönmüş. Şehzadenin geleceğini kıza söylemiş. Kız, kendisine çekidüzen verip, şehzadeyi beklemiş. Şehza­de, gece yarısı kadının evine gelmiş. Kızı görür görmez, düşüp bayılmış. Neyse, su ve şerbet vererek ayırtmışlar. Şehzade, kızın kim olduğunu ve başına gelenleri öğren­miş. Şehzade, onu oradan alıp eve götürürken, yolda önlerine bir maymun çıkmış, Şehzade, bu yaramaz maymunu yakalamak için kovalamaya başlamış. May­mun, zıplaya sıçraya ağaçtan ağaca kaçmış, şehzade kovalamış. Bu arada kız, bekleye bekleye olduğu yerde uyuyakalmış. Kızın anası, altın tabutun kaybolduğunu duymuş. Nar Tanesi’nin ne olduğunu merak edip, şehir şehir gezerek kızı arıyormuş.

Masal bu ya, o sırada kızın uyuduğu yere gelmiş. Bir de bakmış ki, kız oracıkta uyu­yor. Hemen, yanına yaklaşmış ve cadıdan öğrendiği büyüleri yapmaya başlamış. Maymunu yakalayamayan şehzadenin aklına kız gelmiş:

– Eyvah, sevdiğimi sokaklarda bıraktım! diye, koşa koşa kızın yanına dönmüş.

Nar Tanesi’nin yanında gördüğü kadına;

– Sen kimsin?” diye sormuş.

Kadın:

– Oğlum, bu kız seninle mi? Onu böyle yalnız bırakıp da nereye gittin? Eğer ben gelmemiş olsaydım, kim bilir başına neler gelecekti! İyi ki çabuk geldin, diyince şehza­denin aklına bir şey gelmemiş. Hemen, kızı uyandırmış.

Kadına:

-Sen kimsin? demiş,

Kadın:

– Oğlum, ben bir fakirim; kimseciğim yok, demiş,

Şehzade:

– Haydi, benimle gel, Sen, bana İyilik yaptın, ben de sana ne istersen veririm, demiş. Kız, annesini sesinden tanımış. Gizlice, şehzadenin kulağına söylemiş. Şehza­de, kadına belli etmemiş ve beraber saraya gelmişler,
Şehzade, kendi karısını ve Nar Tanesi’nin annesini cezalandırmış, İkisini de ülkesinden kovmuş, Nar Tanesi ile şehzade, evlenmiş ve kırk gün düğün yapmışlar. Son­suza kadar mutlu yaşamışlar.

“Nar Tanesi” üzerine bir yorum

Yorum yapın